Koltuk Siyaseti mi, Halk Siyaseti mi?
21/12/2025 20:26 | Son Güncelleme : 28/12/2025 14:40
| Müslüm OKATAN
Türkiye’de siyaset, ne yazık ki uzun zamandır iki ayrı kulvarda ilerliyor:
Biri halkın içinde, sahada, ter dökerek yapılan siyaset;
Diğeri ise koltuğa yapışarak, algı yönetimiyle, ayak oyunlarıyla sürdürülen “makam siyaseti”.
Asıl sorun da tam burada başlıyor.
Siyaseti bilenlerle bilmeyenler arasında gidip gelen bir yapıdayız. Ancak bu gidip gelme, liyakate göre değil; koltuğu kim daha iyi korur hesabına göre yapılıyor. Siyaseten, halk nezdinde hiçbir karşılığı olmayan bazı isimler, ne yazık ki sadece “birilerini tutarak” sistemin içinde kalabiliyor.
Halkta karşılığı yok, sahada yok, yarın seçim olsa seçmenin yüzüne bakacak hali yok…
Ama makamda var. Çünkü arkasına genel merkezden bir-iki isim almış.
Çünkü algı yapıyor.
Çünkü “ben buradayım” demek yetiyor.
Oysa sahada olan, çalışan, görev verildiğinde kendini ispatlayan insanlar ne oluyor?
İşini iyi yaptığı için cezalandırılıyor.
İl başkanından daha iyi performans gösterdiği için hedef haline geliyor.
Bir süre sonra “gerekçe bile sunulmadan” görevden alınıyor.
Bu bir tesadüf mü?
Hayır.
Bu, siyaseti bilenlerin önünü kesme refleksidir.
Bu, koltuğunu kaybetme korkusudur.
Bu, liyakatten duyulan rahatsızlıktır.
Gaziantep’te – ve sadece Gaziantep’te değil – birçok partide bu tabloyu görmek mümkün. İl başkanı koltuğunda oturan ama sahayı tanımayan, teşkilatı okumayan, halkın nabzını tutamayan isimler… Siyaseti bilmedikleri için, bilenleri yanlarında istemiyorlar. Çünkü bilen adam soru sorar. Çünkü bilen adam kıyas yaratır. Çünkü bilen adam koltuğu sarsar.
Sonuç mu?
Algı siyaseti kazanıyor, halk siyaseti kaybediyor.
Zübükler yükseliyor, emek verenler tasfiye ediliyor.
Teşkilatlar güçlenmiyor, içten içe çürüyor.
Oysa siyaset; koltuk koruma sanatı değil, halkla bağ kurma sorumluluğudur.
Siyaset; arkadan dolanmak değil, öne çıkıp hesap verebilmektir.
Ve siyaset; birilerini susturarak değil, doğruyu söyleyebilenleri çoğaltarak yapılır.
Bugün bu gerçekleri konuşmazsak, yarın sandık konuşur.
Ve sandık, algıyı değil hakikati hatırlar.
