100 Yılda Eğitim: Hayaller ve Gerçekler…
11/08/2025 19:04 | Son Güncelleme : 11/08/2025 21:58
| Müslüm OKATAN

Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte eğitimde atılan adımlar, yalnızca okuma-yazma oranını artırmayı değil, modern bir toplum inşa etmeyi de hedefliyordu. Köy enstitüleri, öğretmen yetiştirme politikaları ve fırsat eşitliği çabaları, o yılların en gurur verici mirasıydı. Peki, aradan geçen 100 yılda neredeyiz?
Bugün tabloyu dürüstçe ortaya koymak gerek: Binlerce öğretmen mezun olmasına rağmen “atanamayan öğretmen” olarak evinde bekliyor. Öte yandan sınıflarda 40-50 öğrencinin bir arada ders gördüğü okullar hâlâ var. Yani bir tarafta genç, idealist ama işsiz öğretmenler; diğer tarafta öğretmene hasret kalmış öğrenciler… Bu çelişki, eğitimdeki en acı ironilerden biri.
Gelişmiş ülkelerde tablo bambaşka bir manzara sunuyor. Bu ülkelerde öğretmenlik hem maaş hem de saygınlık bakımından toplumun en prestijli mesleklerinden biri. Bizde ise yıllar geçtikçe hem ekonomik koşullar ağırlaşıyor hem de mesleğin itibarı yavaş yavaş eriyor.
Bir diğer fark, eğitim yöntemlerinde. Finlandiya’da öğrenci sınav odaklı değil, yaşam becerileri odaklı yetişiyor. Japonya’da çocuklara ilkokulun ilk yıllarında derslerden çok disiplin, toplumsal sorumluluk ve iş birliği öğretiliyor. Bizde ise hâlâ müfredat değişiklikleriyle boğuşan, ezbere dayalı bir sistem içinde öğrenciler sınavdan sınava koşturuluyor.
Elbette ki Cumhuriyet’in ilk yıllarından bugüne ciddi bir mesafe kat ettik; ama mesafenin yönü doğru mu, tartışılır. Eğitimde “fırsat eşitliği” hâlâ kâğıt üzerinde. Köyden şehre, doğudan batıya, devlet okulundan özel okula kadar devasa bir kalite uçurumu var.
Atanamayan öğretmenlerin dersliklerde olması, sınıf mevcutlarının makul seviyeye düşürülmesi ve eğitim sisteminin sınav yarışından çıkarılıp beceri temelli hale getirilmesi, atılması gereken en acil adımlar. Yoksa 100 yıl sonra hâlâ “eğitimde kalite nasıl artar” sorusunu sormaya devam edeceğiz. Ve o zaman, çocuklarımızın kaybettiği yalnızca bilgi değil; gelecekleri olacak.





