Mankurtlaşma nın Neresindeyiz
Bu efsaneyi bir de Kırgız Türkü, edebiyat ustası Cengiz Aytamova’dan dinleyelim:
“Çok eski dönemlerde Naymanların ve diğer Türk boylarının komşusu olan Juan Juanlar, tutsak aldıkları savaş esirlerini önce saçlarını ustura ile kazır, ardından yaş deve derisini başlarına yapıştırarak sıcak çöle salarlar.
Çöl sıcağında geçen süre zarfında, kuruyan deve derisi tutsağın kafasını mengene gibi sıkar ve korkunç bir acı verir. Kuruyan deve derisi, kafatasının içine doğru ilerler. Tutsakların çoğu bu acıya ve çöl sıcağına dayanamayarak ölür. Yaşayanlar ise kafatasına ve beyne uygulanan baskı sonucunda belleklerini yitirir; geçmişlerini hatırlamazlar. Obasını, kökenini, ailesini, ulusunu, aidiyet duygusunu tamamen kaybederler.
Bu kafası boş, bedeni sağlam tutsaklar, efendilerine tam bir köle itaati ile bağlanır. Onlar artık birer mankurttur.
Kırgızlar arasında ermiş biri olarak bilinen Nayman Ana, o dönemlerde mankurtlaşan bir gencin annesidir. Nayman Ana, uzun süren arayışlar sonucunda mankurtlaşan evladını bulur. Çölde deve çobanlığı yapan oğluna geçmişini hatırlatmaya çalışır, onu kendine getirmek için büyük çaba harcar. Ancak ne yaparsa yapsın çabaları boşa çıkar. Çünkü mankurtluktan dönüş imkânsızdır.
Mankurtlaşan oğul, kendisine gelmesi için aylarca uğraşan Nayman Anayı, efendisinin verdiği ok ile öldürür. Nayman Ananın trajik sonu, ileriki dönemlerde topluma mal olur. Efsane kuşaktan kuşağa günümüze kadar aktarılır.
Eskiden kölelik, zincirlerle ve pazarda satılan bedenlerle biliniyordu. O günlerin köleleri özgürlüklerini kaybettiklerinin farkındaydı.
Bugün ise kölelik çok daha farklı ve gizlidir. Artık zincir yok, kırbaç yok; ama milyonlar hâlâ esir durumunda.
Borçlarla başlayan bir kölelik var: kredi kartları, bitmeyen taksitler, faturalar… İnsanlar ömürlerini çalışarak geçiriyor, ama özgürleşip bağımsız olamıyor. Kazandıkları para bir türlü ellerinde kalmıyor.
Bir de iş hayatının köleliği var: Sabah gün ağarmadan evlerinden çıkan, akşam bitkin bir şekilde evine dönen insanlar… Kendi hayallerini değil, sistemi kuranların ve uygulayanların hayallerini gerçekleştiriyorlar. En acı yanı, kendi hayallerini yaşadıklarını sanıyor olmaları; oysa başkalarının düzenine hizmet ediyorlar.
Bir de borçlanarak oluşan tüketim köleliği var: Reklamlar, sosyal medya ve sahte ihtiyaçlar sürekli daha fazlasına sahip olmanız gerektiğini hissettiriyor. Telefonlar, markalar, arabalar, kıyafetler… Sanki bunlar olmadan değerli olamazmışsınız gibi…
Ve en sinsi kölelik: Dijital kölelik. Ekranların karşısında saatler geçiren, algoritmaların yönettiği hayatlarımız… Kendi kararlarımızı verdiğimizi sanıyoruz; ama aslında görünmez eller tarafından yönlendiriliyoruz. Eskiden insanların bedenleri esir alınırdı, şimdi zihinleri, ruhları ve kalpleri esir ediliyor.
Maalesef en acısı, köleleştirildiğimizin farkında olmamız. Modernlik ve dijitalizmin etkisiyle kendimizi hâlâ özgür sanıyoruz.
Biz ne zaman fark edeceğiz? Ne zaman kafalarımız kazıldı, ne zaman o yaş deve derisini başımıza monte ettiler, ne zaman mankurtlaştırıldık? Ve ne zaman başta kendimizi, sonra yakınlarımızı öldürdüğümüzün farkına varacağız?”