Güçlü Kadın Olmak
Güçlü olmak bir tercih değil; zamanla omuzlara bırakılan ağır bir zorunluluk hâline geldi biz kadınlar için. Hayat, kadınlara çoğu zaman “dayan” demeyi öğretti. Anne olurken güçlü, çalışırken güçlü, evlatken, eşken, dostken hep güçlü… Her role eksiksiz yetişmeye çalışan ama çoğu zaman kendi ihtiyaçlarını en sona bırakan kadınlar olduk.
Toplumun beklentileri, kültürel kalıplar ve o tanıdık cümle: “Kadınsan dayanırsın.” Bu söz, yorgunluğu görünmez kılan sessiz bir baskı gibi çöker omuzlara. Kadın ağladığında “duygusal” olmakla, sustuğunda “soğuk” olmakla, hakkını aradığında ise “sert” olmakla yargılanır. Ne yaparsa yapsın, gözlerde ya bir fazlası vardır ya da hep bir eksikliği…
Ve tüm bunların arasında kadın, mutlu olmayı umut etmeye devam eder. Sevgiden vazgeçmez, üretmekten geri durmaz, direnmeyi seçer. Belki de gerçek güç tam burada saklıdır: Bu kadar yorgunluğa rağmen sevebilmeyi, şefkatli kalabilmeyi, hayata tutunmayı başarabilmekte.
Ancak artık sadece “güçlü” olmak yetmiyor. Kadınların, hak ettikleri gibi anlaşılmaya da ihtiyacı var. Güçlü kadınlar da hata yapar, düşer, yorulur. Güçlü kadınlar da bazen vazgeçmek ister. Ama sonra kalkar. Çünkü bilirler ki mücadele etmek bir zayıflık değil, hayatta kalma biçimidir.
Kadınları yalnızca “başaran”, “yetebilen”, “idare eden” kimlikleriyle değil; duygularıyla, ihtiyaçlarıyla, sınırlarıyla birlikte görebilmek gerekir. Güçlü kadın olmak; her şeye katlanmak değil, gerektiğinde durabilmek, hayır diyebilmek ve kendini de önemseyebilmektir.
Belki de artık kadınlardan güçlü olmalarını istemek yerine, onlara yüklenen bu ağırlığı sorgulamanın zamanı gelmiştir. Çünkü kadınlar sadece güçlü değil, aynı zamanda insan. Ve en çok da bunun görülmesine ihtiyaçları var.
Güç, sessizce katlanmak değil; görünmeyi, anlaşılmayı ve kendin olabilmeyi talep edebilmektir.
