Ekonominin Ateşi ve Sessiz Çığlıklar
Merhaba sevgili GaziantepSonnokta okuyucuları,Bu haftaki yazımda hepimizi yakından ilgilendiren, son zamanlarda daha da derinleşen ekonomi meselesine değinmek istiyorum.
Çarşı, pazar, market… Gerçekten ateş pahası!
Her geçen gün fiyatlar yükseldikçe yükseliyor, vatandaşın alım gücü ise her geçen gün daha da düşüyor. Özelikle ifeda etmek istiyorum , nereye varacak bu gidişat, kestirmek oldukça zor.
Pazar yerlerinde, kapanış saatini bekleyip biraz daha uygun fiyatla alışveriş yapmaya çalışan insanları gördükçe yüreğimiz burkuluyor.
Emeklilerin aldığı maaşlar ise ne yazık ki temel ihtiyaçları karşılamaktan bile çok uzak. Bu manzara hepimizin gözleri önünde yaşanıyor.
Bir yanda geçim derdiyle boğuşan milyonlar, bir yanda ise tüm bunları görmezden gelenler…
İşte tam da burada insanın aklına Hz. İbrahim’in şu sözü geliyor:
"Onlar mülke ve saltanata daldılar. Kendilerine Allah'tan korkmaları söylendiğinde ise gururlarına yenilip günahlarına devam ettiler."
Bugün de maalesef böyle bir tablo var karşımızda.
Millet sayesinde belli makamlara gelenler, "itibar" adı altında harcamaktan geri durmuyor ama asıl itibarı, yani milletin sefaletle boğuştuğü şu zor günlerde milletin huzurunu, güvenini gözeten yok.
Sokaklarda içimizi acıtan manzaralar ise artık sıradanlaştı. Torununa bayram harçlığı veremediği için bayramı buruk geçiren emekliler, pazarlarda sebze-meyve artığı toplayanlar mı dersin…
Ve bazen yanı başımızda "Abla, çok açım, bana bir dürüm alır mısın?" diyen çocuklar…
Bu tablo hepimizin yüreğini sızlatıyor.
Ülke olarak son zamanlarda ne yazık ki üreten değil, tüketen bir millet haline geldik. Bunun en önemli sebeplerinden biri ise yanlış tarım politikalarıdır.
Tarımda durum hiç iç açıcı değil. Çiftçi üretmekte zorlanıyor, üreten de emeğinin karşılığını alamıyor. Mazot, gübre, tohum gibi temel girdilerin fiyatları her geçen gün artarken, çiftçi zararına üretim yapıyor
Oysa bir ülkenin ayakta kalabilmesi için üretim şarttır. Üretim azaldıkça dışa bağımlılık artar, ekonominin temeli sarsılır.
Unutmamak gerekir ki; toprakla barışık olmayan bir millet, gelecekte sofrada bile başkasına muhtaç olur.
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in 2024 yılında yaptığı bir açıklama hâlâ kulaklarımızda:
"2025, 2024’ten daha kötü olmayacak; 2026, 2025’dan daha iyi olacak."
Dileğimiz elbette bu sözlerin hayata geçmesi… Ancak sokaktaki gerçeklerle rakamlar arasında ciddi bir fark var.
Çünkü markette, pazarda, mutfakta ve en önemlisi etiklerde yaşananlar ortada.
Vatandaş artık "yarın daha iyi olur" demeye bile çekinir hale geldi.
Kısacası, umutlar tükenmek üzere…
Ama yine de sormadan edemiyorum:
Bu ateş daha ne kadar yakacak?
Bugün, üniversite sınavını kazanan evladı için sevincini kursağında yaşayan aileler var.
Neden mi?
Çünkü okuma masraflarını karşılayacak gücü yok!
Bu gerçekten üzücü …
Doğrusunu söylemek gerekirse, bu tablo bana Türkiye’nin geçmişte yaşadığı zor dönemleri hatırlatıyor.
Ekonomi o zaman da zorluktaydı, bugün de benzer bir tablo karşımızda.
Ama son sözüm şu olsun:
Biz yine de umudu kaybetmeyelim…
Bir gün bu zor günler geride kalacak, o sessiz çığlıklar mutlaka duyulacak.